9 Şubat 2011 Çarşamba

Sulu Sulu Öperdi Bizi O...

 Düşünüyorum da,iki yıl... Dile kolay yüreğe zor, çok zor. Benim için sadece evine gittiğim zaman anneannemin lezzetli böreklerini yerken gelip yanağımı sıkan, cebime harçlık koyan tonton bir dede değildin ki sen! Sizin yanınızda büyüdüm ben, sizin yanınızda adam oldum. Bir dededen çok babaydın bana. Ve ben yıkılmıştım babamı kaybettiğim gün. Ama belli etmedim, çünkü o gün okula gidecektim. Sabahın köründe beklenen bir haberi duyunca hiç bozuntuya vermeden çıktım evden. Ama okulda tutamadım kendimi tabi. Çok iyi hatırlıyorum evde ağlamamak için dudaklarımı kanatana kadar ısırdığımı. Onlarca insan, sizin o sıcacık, daima gülücük dolu evinize doluşmuş ağlaşırken, kendinizi tutmak gerçekten çok zor oluyor.


  Evimde annemle babamla otururken, yedi yaşıma kadar, sadece anneanne ve dedeydiniz benim için. Bayramlarda seyranlarda, kısacası kırk yılda bir, elinizi öpmeye, şeker yemeye gelirdim evinize. O anneannemin elinden çıkma leziz börekleri, çörekleri de unutmamak lazım tabi. Sonra okula başlamam gerekti, sizin yanınıza yolladılar beni. Ne kadar çok ağladım gitmem ben diye hatırlamıyorum. Annemi özlerim babamı özlerim ben diye yırtındığımı hatırlıyorum ama. Hâlbuki beni bekleyen o güzel yıllardan habersiz ortalığa boş laf savuşturuyordum sadece. Asıl anne babamı bulacağım evin ora olduğunu nereden bilebilirdim ki! Asla sakin bir çocuk olmadım zaten. Ama biraz daha kıymetini bilseydim o yılların, şimdi çok daha huzurlu olacaktım belki de.

 Duyuyorum hala sesini, özlüyorum da çok. Babamdan daha çok gördüm seni, annemden daha çok kokladım. Sadece her gün aldığın ve evin ücra köşelerine sakladığın gofretlerle milyonlar harcadın belki bana. Kimi zaman okula götürdün hoplaya zıplaya, kimi zaman hastaneye için acıya acıya. Her baba gibi dayanamazdın ağlamama, hemen yelkenleri suya indirirdin. Ama ağlamakla bir yere ulaşamayacağımı da yüz bin kere söylerdin. Kulağımı çekerdin, sulu sulu öperdin. Ah o öpücükler. Erol deyince herkesin aklında canlanan o bol sulu kocaman öpücükler. O kadar içten, o kadar sevgi doluydu ki o öpücükler! Ooo... Küfürsüz maçın, belgeselsiz günün de olmazdı tabii. Sonra annemlerin yanına döndüm, sizi delicesine özler oldum. Birkaç yıl sonra geri döndüm, her ne kadar istemediğim bir şey olmasına rağmen istemediğim bir nedenden olmasından dolayı üzgündüm. Ama sen yine sardın beni sıcacık kollarınla, ağlama dedin yine. Çok üzüldün biliyorum, geldiğime değil gelme nedenime. İçine attın, keşke atmasaydın be dedem. O derin bakışlı güzel gözlerinden çok olmasın, küfürlerini bile özledim be dedem. İyi bir gelecek istedin benim için, herkesin evladı için istediği gibi. Görmeni o kadar çok isterdim ki dedem, ama olmadı. Biliyorum ben, oralardan görüyorsun. Eğer şu an çalışıyorsam ne kendim için, ne annem babam için. Sırf senin için çalışıyorum dedem, sırf senin için. Sırf sen oku, adam ol, ayaklarının üzerinde dur, birileri gibi olma dediğin için.

 Eh, be dedem, çok özlüyorum seni dedem, çok. Biliyorum iki kelimemden biri bu ama anlatamam acımı, derdimi, kederimi kimseye. Sadece seni kaybettiğim gün değil, her gün aklımdasın ki sen! Yatmadan hep konuşuyoruz zaten senle, duyuyorsun sen de değil mi? Dün gece beni çok ağlattın ama dedem. Anneannemin yanında olmak isterdim bugün, ama değilim. O da çok üzülüyor be dedem. Belli etmiyor, ama ben biliyorum. Okuldan gelip odama çekilince ben, odasında tek başına kalıyor her gün. Annem bağırınca bana içi gidiyor. “Ah Erol, sen olsaydın da kızsaydın şunlara!” diyor içinden. Eskisi gibi sıcacık bir sofrası olsun istiyor, kocası yanında uyusun istiyor. Biliyorum bir şeyler yapmam, yanına gitmem gerek ama gidemiyorum. Suçluluk duygusu mu bilemiyorum ama gidemiyorum işte. Son günlerde resim yapmaya başladı, çok mutluyum. Resim yapmak unutturuyor ona düşüncelerini birazcıkta olsa. Gözlerindeki parıltıdan anlıyorum rahatladığını. Aklıma geldikçe iki tane öpücük konduruyorum yanağına. Bir kendi adıma, bir de senin için...

 Minnettarım sana, borçluyum da çok fazla. Çok uzattım biliyorum ama yazınca rahatlıyorum ben de ne yapayım. Ağlamıyorum bugün, inadına gülüyorum kuzenimle. Sana  dualarımı da eksik etmiyorum, içimden, sessizce, gözyaşlarım gibi... Öpücüklerini hissediyorum yanağımda, en sulusundan. Resmine bakınca duyabiliyorum kokunu, çok uzaklarda olsa bile. Nerde bir Atatürk resmi görsem gözlerinle, düşüncelerinle aklıma geliyorsun ansızın. Okulda tahtanın üstünde kocaman bir Atatürk resmi olduğunu biliyordun değil mi? Her gün okula gittiğimi de?


 Özlüyorum işte özlüyorum. Bir kocaman sulu öpücüğün için neler verirdim bir bilsen? Yeterince sarıldım sana değil mi? Yeterince öpmene izin verdim? Hep bir şeylerin eksikliği var içimde, doldurulmuyor da. Kapıdan çıkarken küs çıkmıştın bana, işte o çok oturuyor içime. Ama anneme mesaj iletiyordum her seferinde ben, affettiğini biliyorum. Birazcık rahatım ama... Beynimin içinde sürekli aynı sahne canlanıyor. Kapıdan çıkışın... Ama ben seni öpücüklerinle hatırlıyorum, gülümseyen gözlerinle. Hiç bitmeyen bir coşkuyla hala, sonsuza kadar, çok ama çok seviyorum seni dedem! Gece görüşürüz babam, bir tanem.


"Dedesinin balı, şelkeri, tatlısı kim?"

"Sıya."

27 Ocak 2011 Perşembe

Dizi mi, Belgesel mi?




1495-1566 yılları arasını konu alan bir dizi var televizyonda şu günlerde... Ama yarattığı tepkilere bakılırsa, dizi demeye bin şahit ister. Sanki tartışılacak, savunulacak ya da karşı çıkılacak başka hiç olay yokmuş gibi bir de diziye karşı cephe alan insanlar yok mu, gülünesi. Dizi işte arkadaş, otur oturduğun yerde akşamları izle dizini. Bu halkımızın ne kadar cahil olduğunun başlıca göstergesi. O televizyonda sokakta gezip soru soran adamın videolarına hiç değinmiyorum bile, o cahilliğimizin kocaman bir kanıtı zaten. 

Eğer sen tüm dizileri kendi başına geliyormuş gibi seyredip, oturur dizideki beş yaş altı küçük çocuklar için ağlar, sesini duyması için dizi oyuncularına televizyon başından bağıran bir toplumsan, evet bu dizinin böyle yadırganması çok normal. Hayatı dizilerle yaşayan insanlar, bilimi diziden öğrenip televizyondaki her şeyi doğru kabullenen insanlar, elbette diziye karşı çıkacaklar. Dizinin başında yazan kocaman kurgu yazısını görmeyenlere konuşuyorum ben. Tabi toplum cahil, kurgu yazısını görse ne fark eder ne olduğunu bilmedikten sonra. Bir dizi bu kadar dert edilmez ama. Öğretmenin birinin not istemeyelim diye dersi kaynatmamıza izin vermesi gibi bir şey bu, bu kadar akıllıca bir hareket, ama farkında olanlara.
 
 Bir de diziye hiç göz atmadan konuşanlar yok mu, onlar tam boğulmalık. Yok sırf haremden bahsedermiş, yok hiç devlet işi yokmuş. Daha iki bölüm önce kesik kafa gördük o da mı haremden çıktı? Ayrıca sırf devlet işlerinden bahsedilse kim izler o diziyi sorarım size?  Türünde de kocaman Dram yazıyor zaten. Dizi dediğin şey, akşam okuldan ya da işten eve yorgun argın dönenler veya tüm gün evde iş yapıp bi soluklanmak isteyenler için eğlence kaynağıdır. Otururlar ailecek televizyon başına, kimisi de tek başına bir çanak çekirdeğiyle, izlerler paşa paşa dizilerini. Gülerler, ağlarlar orası ayrı. Ama diziyi dakikası dakikasına kaçırmayıp, her hareketi kendine ilke edinenler, sorunlu insanlar. İşte o sorunlu insanlar bir de kalkıp dizinin senaryosuna "Gerçeği yansıtmıyor bunlar, yalan!" diyorlar. Hu huu! Dizi bu dizii! Belgesel değil! Elbette kurgu olacak içinde!
 
Neyse ben buna çok atarlanmıştım şimdi biraz daha sakinim sanırım :D Ama dizinin kalkmasına kesinlikle karşıyım. Hala kaldırılsın diye tutturan varsa, gelsin bana mantıklı bi neden söylesin anca o zaman susarım. O dizide yanlış şeyleri gösteriyorlar diyenlerde, otursun araştırsın tarihi öğrensin ona göre konuşsun. Bir de sözlükten kurgunun anlamına baksınlar bi zahmet.






2 Ocak 2011 Pazar

Şapşal ile Şirin 2

Bilirsiniz bizim bir şapşalımız bir de şirinimiz vardı. En son bunlar gayet iyi geçiniyorlardı. Bir gün şirin ile şapşalı ayırdılar, sanki ikisi ayrı kalabilirmiş gibi. Bunun sonucu ne şapşal ne de şirin artık eskisi kadar konuşamaz, görüşemez oldu. Şirin kendine yeni şapşallar bulmuş, şapşal da yeni şirinler arayışındaydı. Böyle ayrı ayrı olmayacağının farkına varan şapşal bir gün şirinin yanına gitti. Gitti gitmesine ama zil çaldı, yerine geri dönmek zorunda kaldı. Böylece şapşal ile şirin bir süre doğru düzgün konuşamaz görüşemez olmuşlardı...


Hafta sonları anca internetten konuşabiliyorlardı doğru düzgün. Ama şirin de şapşal da bu eksikliği hissediyordu elbet. Bu arada şirin olan o minicik kalbini apaçinin tekine kaptırmasın mı? ( :P) Aslında zaten önceden bir apaçiye hayran olan bu şirin, zamanında okulda da şapşala yeterince apaçiyi anlatmış zaten. Ama şapşal bundan bıktığı için artık dinlemek istemediğini söylemiş ve takmamış. Ama bakmış ki son günlerde şirin çok üzülüyor, kafayı yiyor dayanamamış. Sonra bir bakmış şirinin yüzü tekrar gülüyor. Şapşal olan bunu görünce bir sevinmiş bir sevinmiş, ama şirin habersiz tabi. Bunların hepsi şapşalla şirin ayrılmadan önce olmuş tabi, ama şapşalın içinde hala bir ukte varmış. Bu şirin bir türlü apaçi sevgisinden vazgeçemiyormuş. Ne yapsın o da artık elimden geleni yaptım ben diyip pes etmiş. Şirin olanda ayrıldıkları için mi, yoksa gerçekten bir takım dersler aldığı için mi bilinmez ama apaçiden artık daha az bahsetmeye başlamış.



Henüz hala tam anlamıyla kaynaşamamış ki bu şapşalla şirin. Tabi kaynaşmakta göreceli bir durum şimdi. Ama her ne kadar dost görünselerde daha çok şey var birbirleri hakkında öğrenecekleri.  Daha çooook yılları var önlerinde kaynaşacak, birlikte ağlayıp birlikte gülecek, hoplayıp zıplayacak...  Daha devamı var yani bu hikayenin, var var.Her şey zamanla, yavaş yavaş.


Biz de şirini tekrar ham yapıp resmi doğum gününü kutluyor, her şeyi zamana bırakmasını diliyoruz...