19 Aralık 2010 Pazar

Şapşal İle Şirin

Bir zamanlar  küçücük, minicik, şirin bir kız varmış. Bu kız evinden taşındıkları için o kadar üzgün, o kadar üzgünmüş ki ne dışarı çıkıp yeni geldiği yeri ne de yeni insanları tanıyası varmış. Halbuki hayatındaki mükemmel dostlukları kuracağı yeri ne kadar çabuk tanısa o kadar iyiymiş ama bu onun farkında değilmiş. Kız yeni evlerine de alışamadığı için bilgisayarın başından kalkmazmış. Aslında başka bir nedeni daha var bilgisayardan kalkmamasının ama onu burada söylememek lazım. Bu kız arada bir kalkıp siteyi bir iki turlarmış, onda da eski evinden kalma rahatlıkları yaptığı için rahatsız edici bakışlara mahzur kalırmış. Halbuki kızın hiçbir suçu yokmuş. 


Bu kızı bir kenara bırakalım bu kızın geldiği yerde yıllardır yaşayan başka bir kıza geçelim. Bu kızda bilgisayardan kalkmazmış ama kimseyi tanımadığından değil. Aksine şehrin yoğunluğundan dolayı konuşamadığı, görüşemediği arkadaşlarıyla iletişim kurmak için oradaymış. Annesi zaten sürekli çalıştığından, anneannesiyle arada sırada vakit geçirirmiş. Boş vakitlerinde de kitap falan okur, ders çalışırmış.  Çok da şapşal bir kızmış bu sakar olduğu kadar. Yazın sıkıntıdan patlayan bu kız yeni okulun ilk günü özenle giyinmiş, çantasını hazırlamış. Açıkçası yeni arkadaşlar tanıyacağı için heyecanlı olduğu kadar,  kafadarı çıkacak mı bilemediğinden bir o kadarda sıkıntılıymış.


Bu iki kız hiç beklemedikleri bir yerde karşılaşmışlar. İkisi de başta farklı insanlarla tanışmışlar. Sınıflara geçtiklerinde  küçücük şirin olan kız, şapşal kızın önünde oturuyormuş. Şapşal olan bu kızı daha tanımadan bi ısınmış parmağıyla dürtmüş. Şirin olan kafasını çevirip gülümsemiş. "Merhaba tanışalım mı?" demiş şapşal olan. Diğeri de gülümseyerek yanıt vermiş. Bunlar böyle konuşa konuşa bu günlere gelmişler.


Bu günler nasıl mı? Bugünlerde şapşal olanın keyfi gayet yerinde. Şirin olan da çok mutlu. Başlarda şirin olanın aşk acıları varmış, şapşal olan tuz basmış. Şapşal olanda başlarda üzgünmüş biraz sıkkınmış, şirin olan ona destek vermiş, arka çıkmış. Bunların ikisi arada atışırlarmış, kimi zaman şirin olanın alınganlıkları yüzünden, kimi zaman şapşal olanın şapşallıkları yüzünden. Ama sonunda hiçbir şey olmamış gibi işi tatlıya bağlamayı da bilirlermiş. Bunlar henüz birbirlerinde kalmamalarına rağmen aileleri bile tanırmış iki tarafı da. Halbuki bunların daha birbirleri hakkında öğrenecek çok şeyleri varmış, ama ikisi de elindekilerle yetiniyormuş şimdilik. Belki de daha çok şeyi ortaya çıkarıp arkadaşlıkları zarar görsün istemiyorlarmış. Ama ikisi de zaman zaman birbirlerinden bir şeyler saklıyorlarmış. Bilmiyorlarmış ki ileride ne saklayacak bir şeyleri kalacak birbirlerinden, ne de anlatmadıkları bir olay olacak birbirlerine...


Bu iki dosttan şirin olanın bugün doğum günüymüş. Biz de dedik kutlayalım bu şirin şeyin doğum gününü. Öpelim yanaklarından. Aa, ama kimliğinde 2 ocak yazıyor bu şirinin doğum günü. O yüzden iki ocakta hikayenin devamını okumayı da unutmayalım. Sevgiler, şapşal olan. 



 Şirin olanı yer, doğum gününü kutlar, mutlu, huzurlu, şapşalla beraber nice nice yaşlar dileriz. 

6 Aralık 2010 Pazartesi

Hiperrealizm Akımı!

Yukarıda gördüğünüz bir fotoğraf değil. Evet inanmak zor, ama değil. Geçenlerde henüz ilk resmim bitmemesine rağmen, ikinci resmim için güzel bir şeyler aramaya başlamıştım. Genelde hep meyve, sebze, kadın, çiçek, böcek resimleri çizmekten yorulmuş bir insan olarak farklı şeylere bakayım dedim. Ve karşıma hiperrealizm'in önde giden sanatçılarından Alyssa Monks çıktı. Tabi bu ve bunun gibi resimlerde değil yapabileceğimi düşünmek, fırça oynatabileceğime inanmak bile saçmalık olur. Ama resmin o kadar gerçekçi olması (ki hiperralizm buna dayanıyor) aşırı derecede dikkatimi çekti. Araştırdım, soruşturdum  birkaç resim ve bilgi edindim. Şimdi bunları izin verirseniz ki verirsiniz, sizle paylaşmak istiyorum.













 Birkaç küçük ayrıntı dışında resimlerin fotoğraf olup olmadığını anlamak bi hayli zor. Bu akımı Türkiye'de de yapan var mı diye araştırdım ki varmış. (bkz. Taner Ceylan) Ama kişisel tercihlerinden dolayı dışlandığı için genelde yurtdışında çalışmalarını sürdürüyormuş. Eminim ki arkasından "Ay, o da resim mi! Resim dediğin şeyde fırça darbesi olur yahu!" diyen bir sürü çok bilmiş insan vardır. Buradan anlıyoruz ki, eşek hoşaftan ne anlar atasözü tam bize uygun. Bu kadar büyük bir yeteneği bile kaybedecek kadar akılsızsak, kim bilir daha ortaya çıkmayan, çıkmayı bekleyip uygun ortam bulamayan ne kadar çok yetenek var...


Gerçek gibi değil mi? 
 







 Halbuki bunların hepsi bir fırçanın marifetleri...